15 Eylül 2008 Pazartesi

Once upon a time

bir zamanlar, haftada bir kere de olsa girdiğimiz bir blog vardı. kendi aramızda yazdıklarımızı okur, küçük sevimli yorumlar yapardık. sonra hayat aldı bizi uğraşlar denize soktu, yüzmeyi öğrendik, sonra boğulmayalım diye uğraşırken, unutulduk.


yeniden düzenleme amacı ile, yönetici vasıflı kişiler dışındaki yazarları silmiş bulunmaktayım. mesuliyet bana aittir, tabi tekrar müracatta..

yazmak isteyenler, seslenin yeter..



can

16 Mart 2008 Pazar


Like Winter from delizade on Vimeo

8 Ocak 2008 Salı

Hayat?
Hayat gelip geçiyor be güzelim
Zaman?
Zaman acımasızlığını çok güzel hissettirmiyor mu?
Yap bir şeyler diyorlar
Bul bir yol diyorlar
Kaybolmuşken neyi bulacağım diye sorma hakkımdan bahseden yok
Elimdekiler gitmişken
Tutan ipleri
teker keker
İsteyerek koparırken.
Zenginleş……
Hisset…
Nerden?
Nasıl?
Kimle?
Köklerin yokken
Köklerin koparılmışken…
Kaybedecek bir şeyin yokken
Notalara kendini bırakmak isterken
yalnızken
Seni seviyorum diyenlere
Boşuna uğraşma derken
Yap boza alışmışken
Geçmişten hoşlanmazken
Aynı yoldan geçmeyi sevmezken
Çıkmaz sokakta kısılıp kalmışken
Nerden?
Nasıl?
Anlayan?
Anybody home?

1 Ocak 2008 Salı

nasıl biliyorsan öyle

2007’nin son saatlerinde, 22 yıllık ömrümde ayak basmadığım bir semtin kahvesinde oturup yaşadığım zamanı değerlendirmeye başlıyorum evden çıkarken aldığım defter sayfası üzerinde. Acı bir çayın peşinden yenisini söyleyip büyüdüğümü anladım. Bir bardak çay anlattı bunu bana, içine attığım bir tek küp şeker bide. İçmezdim küçükken bu kadar çünkü. Ya da şekere boğardım tatlı bir şeyler alsın ağzımın tadı diye. Her şeyi böyle tatlı kıvamda yaşamak istediğimizden sanırım o zamanlar. Büyüdükçe içinde acı olana alışmak var bide…
Durdum, bir yudum daha aldım ve düşündüm… Ne gelecek aklıma diye merak ettim öncesindeki yaşanmışlıklarımın. Bir şeyi, bir anı arar gibiydim sanki. İnsanlara anlattıklarımı düşündüm ilginç diye hatırladıklarımı. Hasta oluşlarım ve söyleyemediklerim… ilk pişmanlıklarım… Ama bir sürü şey var daha, küçüklüğümden bana hatıra kalan. Kurbağa yavrularıyla oynadığım, karıncaları süpürge çöpüyle öldürüp azap duyduğum, kuş vurucum diye kendi kanımın akışını görüşüm ilk kez… Büyüdükçe insan hepsinin içine bir takım manalar yüklüyormuş bir de bunu anladım. Bu yüzden saf olan, çocukluğumuz hep güzel geliyor. Anlamsız çocukluğumuz…
Sırasıyla hayat açık mavi, koyu mavi, siyah ve gri diye geldi bugünüme kadar… Kimi aşık zamanlarda toz pembe bir de.
Etrafımda, içimde onlarca hikâyesi olan bir düzine insan. Bir kaçı beklediğini alabilmiş hayattan… Birçoğu şükrediyor muhtemelen… Bende böyle mi olacağım acaba diye sıradan bir kaygılanıştan sonra, bildiklerim, istediklerim, içime dolmuş hırsım ve sorumluluklarımla beraber en sevdiğim sabrım korkmamam gerektiğinin kanısına vardırdı beni. Azim kelimesini sıkıştıramadım bir yere burada.
Her yıl, her gün diğerlerinden 2 kat fazla olarak umuda yolculuk yapıyoruz. 10dan geriye doğru sayıyoruz en iyi dileklerimizi gerçekleşsin diye. O vakit bir şeyler yapıyoruz, bütün sene aynısı olsun diye. Zaman geçiyor diye seviniyoruz manasız… Karamsarlıklarımızı bir günlüğüne kenara koyuyoruz.
Ben isterim ki şöyle yapalım; birilerinin bize dediği o önyargılarımızı da karamsarlıklarımızın yanına koyup unutalım yeni yıla girerken yanımıza almayı… ve bütün bir yıl böyle yaşayalım.
Bakalım ne olacak.
İyi zamanlar

6 Aralık 2007 Perşembe

ADgang manifesto!!!

İStanbul Bilgi Üniversitesi REklamcılık kulübü Manifestosu;

30 Kasım 2007 Cuma

dizin

Çıkışa geçiyoruz… Bulutların arasında saklambaç oynamaya hadi. Siyahlarınızı atın görünmemek için, karalarınızı… keyfini çıkarın çocukluğun..
Çıkışa geçiyoruz… Gezdik, tozduk, güldük, düşündük… Biri bize çıkışı göstersin? Kaybetmeyelim kendimizi bu kabalıkta.
Çıkışa geçiyoruz… Başarıyoruz. Üstesinden geldikçe, bir adım daha yukarı. En yukardan manzarayı izlemenin keyfiyle meşgul olmadan, çalışmaya devam…
Çıkışa geçiyoruz… Her inişi olduğu gibi hayatın…
Ve çıkıyoruz sonunda hayal ettiğimiz o dünyanın kapısının önüne, giriyoruz içeri, bir daha çıkmamak üzere… Herkes kendi dünyasından içeri girmiş ama kapatmış kapısını. Bakıyoruz etrafa, yalnız değiliz elbet, bizim hayallerimize ortak olanlar da içerde. Çıkışta bekleyenler de…
en sonunda gözlerimizi kapıyoruz karanlığa.Elimizden tutan bembeyaz melek fısıldıyor kulağımıza,
-çıkış bu taraftan..

29 Kasım 2007 Perşembe

3. tekil şahısa bir takım zorunluluklar

İlk kelimesinin önemsiz, hatta cümlesinin bile öneminin az olduğu bir yazıya başlamak nasıl bir şeydir acaba diye merak edip bu cümleyi kurdum.
Önemli olduğunu varsayalım ya da, mesela “hayat” diyelim başlarken, seni bir düşünce mi alacak kaygılanıp aniden? Yağmur desek üşüyecek misin? Aşk desek ne yapacaksın? Acı desek, sızlayacak mı en son yaran? Huzur desek, bir şeyler zırvalasak, her cümlenin başında kopup gidecek misin bir yerlere?
Sormamak lazım sanırım böyle şeyler. Atılan her adıma, yaşanılana, bir şeyler kattık, kazandık, üzüldük, hadi eyvallah diyebilmeyi anlatmalı. Gülümseyebilmeli en önemlisi, güldürmeli bakarken, yazarken, susarken… En yaşanılması gereksiz detayda bile, rahatsız etmeli bir şeyleri. Sessiz oturup sıkılmaktansa, dinlemeyip ses yapmalı, ilgi çekmeli, kırmalı kabukları acısa da canımız. Her aydınlanışta, uyandığımızda yeni bir güne, daha farklı solumalı havayı, adımları daha sağlam atmalı koştururken yavru bir köpeğin peşinde.
Her zaman böyle devrik cümleler kurmamalı ayrıca, geçtikçe zamanın bir adım daha ötesine, kelimeler yerini bulmalı. Başka bir yolda yürürken, koşarken hatta, aniden kulvar değiştirip hayatına farklılık katabilmeli, sonra en heyecanlı yerinde geri dönebilmeli kulvarına. En önemlisi belki, “hayır” diyebilmeli sipariş edildiği zaman emrivakiler. Ve katabil-meli- hayatına bir şeyler istediği zaman.
Biz ne yapıyoruz?

-bakkal amca bana oradan bir miktar “ödün” verir misin?

:)

11 Kasım 2007 Pazar

sana varırım

içime hazır bir hal var odamda
karla kaplı olsa da yol
hızla çıkarım yokuşları
inerim yokuşları
üç aşağı beş yukarı
sana varırım

alkolmetrede hissedilen: sıcaklık!
sınırı, aldığım alkol değil
içimde kapladığın yer aşar
bilirim

ve ben koşarım
çok soğuk olsa da hava
etkilemez sarhoşluğumu
içimi doldurur ve içimi hızlandırır varlığın
çıksam buradan
on beş dakika önce
on beş dakika sonra
sana varırım

07.11.2007

7 Kasım 2007 Çarşamba

elveda hüzün
günaydın hüzün
tavanın çizgilerinde yazılısın
sevdiğim gözlerde yazılısın
pek de mutsuzluk sayılmassın
çünkü en zavallı dudaklar seni ele verir
bir gülümseyişle
günaydın hüzün
sevilesi bedenlerin aşkı
aşkın gücü
sevimliliği ortaya çıkıveren
gövdesiz bir canavar gibi
körelmiş başıyla
güzel yüzlü hüzün.

P. ELUARD