Sadece işine yönelmişti artık. O zamanlar şehir otelciliğinde de iyi para vardı. Ön kasa şefi olmak bile,devlet memurunu beşe katlamak demekti. Gelenler,gidenler,bir iki gün kalanlar,para,diğer resepsiyon memurları,sıcaklaşan hava,hepsi... Hepsi birden tenine etki ediyor gibiydi aslında. Ama sanki geçerken yanlışlıkla dokunduğunuz sivri kenarlı bir sehpa gibiydiler,biraz çizip gereksiz yere acıtıyorladı. Hayatını bu acıya aldırmamak adına garip bir rutine sokmuş,yoldan gelip geçenlere penceresinden bakan yaşlı biri gibi soluksuz,ilgisiz izliyordu her şeyi. Tamam belki yaşlılar kadar ölüme yakın olmadığını düşündüğünden , daha fazla gülebiliyor,güldürebiliyordu ama yine de yeterli yaşam belirtisine sahip değildi etrafındaki çoğu
kişiye göre. İşte bu şekilde, belki bundan biraz daha karamsar, belki biraz daha umutlu (onu kimse bilemeyecek herhalde) günleri birbirini takip etti. Halbuki o yıllar,yirmili yaşlar,insanın kendini öldüresiye didiklediği yıllar olmalıydı. Böyleydi çünkü genelde değil mi? Bir gün hayatındaki herkes tesadüfen meşgul olur,sen de kendini kaderin bu oyunuyla evde,oturup düşünürken bulursun. İçeri dönüp bakarsın,sonra daha sık bakarsın ve çok geçmeden kendini,canın acıyana kadar sorulara boğarken bulursun.O kadar çok sorarsın ki yanıtlara yetişemezsin. Düğümlenirsin kendi içinde,kendi kendinle. Yanıtları bulsan da çözüm için kullanamayabilirsin de üstelik. Öğrenirsin; her yanıt çözüm de değildir demek ki. Ama buna devam ettikçe bir gün çözersin de pek çok şeyi. En azından kendini... Ama o ne sordu o soruları, ne de çözebildi kendini. Otelin içindeki lojmanına bile doğru dürüst çıkmadan çalıştı sadece. Lanet olası işin dibini görene kadar,çalıştı...
Artık ön büro müdürüydü!!Hah!! Artık bu otelin girişleri,çıkışları,telefon görüşmeleri,anahtarlar, lanet postalar hepsi ondan sorulurdu. Müdürdü artık. Sıfatsız,kimliksiz kalışından sonra az bir sürede bir sıfat edinmişti kendine. O gölgeden çıkmış sayılmazdı tam olarak ama evet işte, başını uzatabilmişti ışığa.Daha da fazla kazanıyordu. Artık üniversiteyi bitirmiş olan kardeşi çalışıyordu,babası çalışıyordu ama o hepsinden on kat fazla kazanıyordu. Hani yeteneksizdi? Hani ondan adam olmazdı? Hani sonsuza kadar kendi pisliği içinde boğulmaya mahkumdu? İlk maaşını alır almaz müdürlüğünün,eve gitmişti. Tüm siniriyle gidip zile abanmış,açılınca girip oturmuş,her zaman yaptığı gibi tek ayağını ritmik bir
şekilde yere vurarak beklemişti babasının gelmesini. Ne de olsa gündüzdü daha.Babası,yani devlet demir yollarının en uzun süreli çalışanlarından biri mensup olduğu ofisin... Aslında onu çok severdi annesinin aksine. Ama onu neden destekliyordu ki? Annesinin söylediklerinden böylesine etkilenip neden tavır alıyordu ki?...Beklemeye devam etti.Yıllardır belki evet onların istediği şeyleri tam anlamıyla yapmamıştı.Karısına ,çocuğuna babasının öğrettiği gibi sahip çıkmamıştı. Ama genel olarak baktığında çok da kötü bir evlat sayılmazdı değil mi? Ne aileye kötü bir söz söyletmişti kendisi yüzünden,ne it ,ne kopuk herifin teki olmuştu. – Annesi içeri girip yüzüne oturttuğu garip ifadeyle ona baktı şöyle bir odanın kapısından. Hafif tombul ama kesinlikle sevimli olmayan yanakları biraz gerilmişti sinirden sanki. Hatta ince dudaklarının kenarında garip bir gülümse bile vardı . Yoksa ona mı öyle geliyordu? Sanırım sinirden
hayal görüyordu. Annesi sadece balkon kapısından gelen kedi seslerine bakmak için gelmiş olmalıydı.Yıllar önce bir kere babasının onu uyurken sevdiği gece geldi aklına birden .Durduk yere hiç olmadık anlarda çıkıveren anılardan olan bu anısı ,özellikle adet edinmişti böyle sürekli zihninin üst yüzeyinde gezinmeyi. Hiçbir zaman gündüz gözüyle gidip babasının kucağına oturamamıştı.Halbuki bir erkek çocuğu için, onun için , ne kadar önemliydi babası ve onun fikirleri,sevgisi. Televizyonda küçük çocukların babalarının dizlerine oturup onun öğütlerini dinlediği sahneler görürdü. Oysa o bir kere bile gidip yanına dahi oturup gününü anlatamamıştı babasına. İşte o yüzden bu kadar netti babasının onu uyuyor zannettiği o anda gelip başını okşayışı. Önce yorganın kenarlarını vücudunun yatakla birleştiği noktalara özenle ,
uyandırmamaya çalışarak sıkıştırmıştı. Sonra ise kısa boyu nedeniyle havada kalan ayaklarını rahat yere basmak için yatağa tam oturmamış,kenarına dayanmıştı. Göz bebeklerini oynatmamaya çalışıyordu,babası uyanık olduğunu anlayabilirdi,biliyordu. İyice kapadı gözlerini. Kirpiklerinin diplerini net bir şekilde hissedebiliyordu artık. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Babası onun dışarıda kalan kolunu seviyor,saçlarını okşuyordu. On – on beş saniye kadar sürdü,sürmedi. Babası doğruldu ve gıcırdayan parkeye her adımını yaşatarak çıktı odadan. Ne kadar kısaydı diye düşündü. Koca bir çocuklukta,sevildiğini hissettiği tek an için ne kadar da kısaydı. Kalbinin biraz sağında,göğsünün tam ortasında sanki sıcak nefesi alev almış gibiydi. Bir gaz sıkışmasından farkı yoktu aslında. Sanki birisi gelip sadece dokunsa bile etleri
acıyacak,dokunulan yerlerde gerçek,derinliği olan, yanık kabukları gibi acıyan , kıvrımları olan yaralar açılacaktı. Kanının damarlarında gezerken yaptığı titreşimler bile canını acıtıyor gibiydi. Tüm bunları hissederken,düşünürken beklemeye devam etti. Annesi odaya girip çıkıyor,bahçedeki yaprakların toplanması gerektiğinden, ocaktaki yemekten ve kardeşinin yeni işinden bahsedip duruyordu. O da her zaman birini dinlerken yaptığı gibi sağ eli dönemin modası ile şekillenmiş bıyığında, dinliyordu onu. Annesi günün bu saatinde neden burada olduğuna dair hiçbir şey sormuyordu.
En sonunda ,sanki binlerce aptal kuşu bir araya getirip gırtlaklarına basmışsın da bağırtmışsın gibi öten lanet kapı zili çaldı. İçinde bir duygu tek bir kibritle alev almış ve canın acıtmıştı yanarken dokunduğu yerlerin. Ateşi yaktığında oluşan ilk büyük parlamaydı sanki yaşadığı. Bir saniyede büyüyen bir alevin tüm dengelerini alt ettiğini hissediyordu. Ayağa kalkmıştı ama ayağını hala aynı ritim ile yere vuruyordu. Elleri buz kesmişti ama oda her zamanki gibi boğucu derecede sıcaktı aslında. Tüm kanın boynunda bir yere hücum ettiğini hissediyor,aynı zamanda da sanki oksijensiz kalmış gibi daralıyor,nefes alamıyordu. Babası ise tüm bu duygularından habersiz, ayakkabısının bağcıklarını çözüyor,onları kalıba koyuyor, parlatıp yerlerine kaldırıyordu yavaşça ve özenle. O ayakkabılara gösterdiği özeni keşke bir kere olsun bana da gösterebilseydi diye düşünmeden edememişti bir an. Tanrım,belki de burada beklemeyip koşup yanına gidip söylemeliydi içindekileri. Artan heyecanı midesinden boğazına kadar her yerini hem dondurmuştu hem de alev alev yakıyordu. Aslında kendini bu kadar değersiz hissettiren annesiydi galiba.Neden babasına kızsındı ki? Sırf erkek çocuklar babalarıyla yarıştığı için mi? Hayır,sırf bunun için onu kırmayacak kadar çok seviyordu babasını o. Ama belki de problem tam da bu noktadaydı. O babasını böyle severken biraz daha sevgi görmeyi hak etmiyor muydu?
Gözlerinin içine bakılıp oğlum denmesini, sarılıp gücünü hissedebilmeyi, hem onun tarafından kollanmayı hem de onu kollamayı hak etmiyor muydu? Kimse galiba bunu görmüyordu ama o iyi bir evlattı!!!
Babası her akşam yapacağı gibi yemekten önceki bir duble rakısını içmek için salona geldi. Onun için her şey o anda kopmuştu işte. Sanki içinde biriken bütün enerji ellerine ve sesine yönelip bir hareket, bir ses ile dışarı çıkmaya çalışmıştı. Olanca gücüyle bağırıp "al işte !!" demişti. Aynı anda da elleriyle ceplerinden aldığı bütün maaşı boşaltmış,ayaklarının dibine fırlatmıştı babasının." Müdür oldum..."
Babasının saçları çok azdı,neredeyse kel denilebilirdi. Yuvarlak biçimli gözleri ve ton ton izlenimi veren yanakları vardı. Siyah beyaz filmlerdeki dedelere benziyordu aslında. Çok sinirlendiğinde alnının kenarında hızla atan bir damarı vardı. O gün atamamıştı bile o damar... Gözlerini ayaklarının dibine düşen paralara çevirmiş, geriye dönüp hanımına bakmış,, sonra yine oğluna bakmıştı. Oğlunun gözlerinde bir şeyler aramış ama daha ne aradığını söyleyemeden bir anda sendelemiş ve yere yığılmıştı. Etrafta hanımı,oğulları koşturuyor;
o ise garip şekilde kasılmış, nefes almaya çalışıyordu çizgili deseneli eski koltuğun anında,yerde...
Sol kolunu sanki birisi çekiştiriyormuş gibiydi, gergindi,uzatmıştı ve hareket ettirmiyordu. Bakışları çırpınıyor,vücudu tepki vermiyordu. Sonra kardeşinin getirdiği suyu içirmek için kollarına almıştı babasını ama içirememişti. Garip,fazla ağır, kötü bir ağırlık hissetmişti kollarında. Kapanmış gözleri, dağılmış iki üç tel saçı ve rengi çekilmiş yanaklarıyla öylece duran bir ağırlık... Sonra pek çok kişinin sırayla omuzlarında taşıdığı bir ağırlık... Sonra sadece yakınlarının içine oturan farklı bir ağırlık... Ve sadece onu öldürdüğünü düşünen öz oğlunun yüreğine çökebilecek daha da farklı bir ağırlık...
080207szn
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
bu iş beni sarmaya başladı :)
du bakalım ne olcak..
güzel gidiyo sezen, ellerine sağlık:)
Hatta 2 kere ellerine sağlık çünkü yazıyı yazmaktan başka bide pc ye aktarması var...:)
Yorum Gönder