19 Şubat 2007 Pazartesi

DÖRT...

Kaç gecedir uyumamıştı acaba? Elleriyle şakaklarını biraz ovuşturup, yayları çıkmış koltukta oturarak bozulmuş şeklini düzeltmeye çalıştı.Gerienrek biraz da eklemlerini açtı ve tekrar karısına çevirdi bakışlarını. Yeni doğan güneş hafifçe odadan içeri süzülüyor, gözlerini alıyordu. Sanki oda biraz tozlu muydu?... Kalkıp odanın içinde bir iki adım attı. Gecelerdir burada adım atıyordu sadece...Düşünüyordu. Yatakta yatan o güzel , samimi ve genç kadın değildi. Karısı diye benimsediği o çok güzel, akıllı kadını hatırladı. İlk geldiği günü ofise... Elbisesini, kendine güvenini, çıkardığı harika işleri... Şimdi ise sadece yatıyordu orada. Kendi kendinin bile farkında olmadan, yatıyordu. Aslında "yatıyordu" demek bile bunu kendi bilinciyle yapıyor izlenimi veriyordu. Oysa onu yatışrmışlardı sadece oraya. O beyaz çarşafların arasında, günlerdir hiç kıpırdamadan, onunla hiç konuşmadan, yatıyordu.
"Benim yüzümden " diye düşündüğünü fark etti . Birden garip bir alev kapladı yine içini. Vicdan azabını hissetti midesinde. O kadar sancılı bir duyguydu ki... Kafasından geçiriyordu bir yandan da... "Neden benim yüzümden olsun ki? Herkesin kendi problemleri olabilir hayatta pekala da.." Hayır dercesine yanıyordu vücudu alev alev tekrar. " Hayır" diyordu. "Onun problemleri sendin, seninle olan ilişkisiydi, aptal!!" Durmadan adım atıyordu odanın içinde. Sanki gözleriyle onu takip ediyormuş gibi geliyordu karısı ve sonra o bakınca yumuyordu gözlerini galiba tekrar? Mutlaka o da buna çabalıyordu zaten. İntihar gerçekten etse ölürdü değil mi? Oysa o sadece ona kendini suçlu hissettirmeye çalışıyordu. Kendisi yüzünden yataklara düşmüş bir kadına acıyacak, daha iyi davranacaktı kuşkusuz. Bunu biliyor, bunu amaçlıyordu karısı zaten! Az da olsa kırılmaya başlayan direnciyle yanıyordu içi hala... "Onu en son kaç hafta önce öptün ? Kaç hafta önce iyi bir şeyler söyleyen bir cümle kurdun?" diyordu alevler içindeki diğer ses. "Bunun sen de farkındasın. Onunla paylaşmıyordun hayatını. Kendine yaşatmıyorsun hayatı, evet. Ama onun seninle hayatı paylaşmak için evlendiğini görüyor olmalıydın. Her gün giderek daha üzgün bakan gözlerini fark ediyordun da zaten. Hiçbir şey yapmadın! Onu kazanmaya, hayatını kazanmaya değil; kaybetmeye çalıştın! Hayatında her şey iyi olduğunda çünkü mutlu olmuyorsun değil mi seni sersem? Ödün kopuyor aslında yanlışlıkla mutlu olacağım diye değil mi? Kaybetmeye çalışıyorsun değil mi? Kaybedince, tamamen dibe vurunca aldığın zevki; herkesin imrendiği bir işe ve eşe sahipken almıyorsun değil mi? Çünkü bir şeyler ters gitmediği zaman hayatı suçlayacak hiçbir mazeretin olmuyor değil mi? Alamıyorsun değil mi lanet olası hırsını o zaman hayattan??..."
Durdu. Bütün vücudu yanıyor, bir yandan da soğuk terler döküyordu. Camdan giren ışık gölgesini karısının yatağına düşürüyordu.
Mosmordu karısının gözlerinin altları. Teni bembeyazdı. Birileri ona dair bütün hayat belirtilerini çekiyor gibiydi içinden, hızlıca ve gizlice. Saçları dağınık, yayılmıştı hiç de yumuşak olmadığı her halinden belli olan hastane yastığının üstüne. Kafası pencereye doğru dönüktü ama güneş onu hiç rahatsız etmiyor, dahası o güneşi hiç fark etmiyordu galiba. Oysa onun gözünü almaya devam ediyordu yalnızca yandan doğan güneş bile. Gözleri sulanmıştı biraz. Olanca hırsını oradan aldı bir anda, Çıkarırcasına ovuşturdu gözlerini. Gitti geldi odanın içinde birkaç kere yine.. Dışarıya baktı pencereden günlerdir yaptığı gibi. Fazlaca budanmış birkaç aptal, verimsiz görünüşlü ağacın dibinde oturan pek çok fakir görünümlü ziyaretçi vardı yine otoparkın girişinde. Birkaç kapı görevlisi yine birileriyle tartışıyordu anlaşılan içeri sokmak istedikleri şeylerle ilgili... Güneş bir bulutun arkasına girdi. Pencerenin kenarında tozlar yok oldu... O ise sadece bakmaya devam etti pencereden dışarı kafasındakilerle... Tam geriye gidip koltuğa oturacakken tek bir kelime duydu karısından. "Ahmet?.."
Ne kadar zavallıydı. Orada öylece yatarken o kadar kötü bir haldeydi ki bu onu çok rahatsız etmişti, bunu hatırlıyordu. Eve çıkalı birkaç hafta olmuştu ama gözünün önünden karısının düştüğü durum gitmiyordu. İçinden bunun kendi suçu olduğunu biliyor, ve anlayamadığı bir şekilde ona kötü davranıyordu. Oturup onu affetmesi için bir şeyler düşüneceğine, garip bir suçlu psikolojisi ile ona daha da kötü davranıyordu. Böylece de ondan nefret etmesini sağlamaya çalışıyordu. Belki kötü davranışlarını ve kendi problemlerini çözemeyeceğini ve onu hep mutsuz edeceğini düşündüğü için yapıyordu bunu, belki de her zamanki gibi sadece her şeyini kaybedip dibe vurmaya çalıştığı için. Bu kısmını kimse çözemediği gibi kendi de bilmiyordu zaten... Ama karısının tarafından bu davranışlarının iki şekilde de anlaşılmadığı açıktı. O sadece kafasının içinde neler olduğunu anlamaya çalışıyor, yeni doğmuş gibi kendini bu dünyada bir yere oturtmaya çabalıyordu. Gözlerini her kırptığındai o aradaki saliselik karanlıklarda hayatının en büyük hatasına dair görüntüler oluşuyordu beyninde. Her seferinde içi acıyla buruluyordu..
Aynanın karşısına geçip kendine baktı. Karnı büyüyordu da artık.. Kocasının ona söylediği anı zihninden çıkaramıyordu. Gözlerini açtığında, o hafif toz kokan hastane odasında yatıyordu. Kocası ise pencereden dışarı bakıyordu. Ona seslenmek için dudaklarını aralamış, kuruyan boğazından çıkan sesi kendine bile yabancı gelmişti. Kocasıysa dönüp "hamileyken yapmışsın" demişti cevap olarak. Suratı çok asıktı. Ona bu yüzden çok kızmı olmalıydı mutlaka. Sonuçta karnında onun çocuğu varken intihar etmişti. Ama bunu bilerek yapmamıştı. Üstelik bebek hala yaşıyordu ve mucizevi bir şekilde durumu da gayet iyiydi.
Biliyordu. Kendini kocasına karşı savunmak adına ne kadar bilmiyordum gibi şeyler söylese de , içinde o da kendini affedemiyordu. Çünkü bir yerde bu olay intihardan çıkmıştı. Kendiyle birlikte çocuğunu da öldürüyordu az daha. Hangi anne çocuğunu öldürebilirdi ki? Affedemiyordu, yok... Kocasının da affedememesi çok doğaldı belki. Hastaneden çıktıklarından beri haftalar geçmişti ama kocası hala garip bir şekilde kötü davranıyordu ona. Evet, evet... Mutlaka affedememişti onu. Acaba başka bir şey mi var demişti bir kere içinden bir ses. Ama yok... Bu kadar büyük bir olay varken kızması için başka bir nedene gerek yoktu ki.. Unutmuştu bu fikri hemen.
Toparlandı. Kendine geldi tamamen.Nerdeyse. Ayları geçirdi sağlıklı beslenerek. Kocasına affettirmeye çalıştı kendini. Kendine baktı. Evine baktı. Bir süreliğine sekreter olarak çalıştı bir yerde. Kocasına affettirdi kendini. Artık daha normal davranıyordu ona. Haftalar geçti, son günler geçti. Doğum yaptı. Ama işte o kadar kolay olmamıştı yine onun için. Pek çok probleme rağmen bağıramamıştı bile. Çünkü dışarıda kocası ortalığı birbirine katıyor, doktorun ve hemşirelerin canına okuyor ve onların işlerini zorlaştırıyordu sürekli olarak. Bayılıyor, sakinleştiriciler içiyordu. Utanmıştı o kadar şeyin arasında kocasının yaptıklarından, hatırlıyordu. Sesini bile çıkaramamaıştı bütün doğum boyunca. Kocaman bir taş göğsüne oturmuş gibiydi. Sadece yutkunuyor, ıkınıyordu. Hemşireler hem kadını hem de kocasını ayrı ayrı şaşırarak izliyorlardı. Sanki doğum içeride değil de dışarıda oluyordu. Gözlerinden yaşlar geliyor, vücudundan kovalarca ter boşanıyordu. Canı hiç bu kadar yanmamıştı ama o naz sırasını her zamanki gibi kocasına kaptırmıştı. Hayatlarında her zaman olduğu gibi bir şeylere yaygara koparmak kocasının görev alanındaydı, o ise ayakta kalmaya çalışıyordu işte bir kez daha. Bütün bunlar kafasındayken son bir acı hissetti kasıklarında. Alev alev yandı her yeri. Ufak bir çığlık duyuldu. Ardından ise çok güzel , her sesten güzel bir ağlama... Hayatın kendisi olduğunu düşündüğünü hatırlıyordu en son.. Sonra ise her zamankinden farklı, çok tatlı ve çok huzurlu bir uyku...
190207szn

1 yorum:

Can Aydın dedi ki...

2 kişi birden gidecek derken , biri daha katıldı hikayeye:)
bu çocukda bi keramet var:)