Issız bir çölde uyanmıştım geceye... Alabildiğince uzun uçsuz bucaksız altın rengi dünya. Günün sıcaklığı henüz gitmişti vücudumdan belliydi. Ellerim hala acımasız güneşin verdiği kızarıklıkla kendilerini belli ediyorlardı. Ayağa kalktım üstüm başım toz toprak.. Hiç de sevmezdim kirlenmeyi... Üstümü başımı biraz silkeleyip yürümeye başladım. Sanki yerlisi gibi buraların. Birkaç adım attıktan sonra durdum etrafıma baktım. Her yer aynıydı sanki. Gökyüzüne baktım kitaplardan öğrenmiştim bazı yıldızlar yol gösterirdi. Ama gökyüzünde tek bir yıldız yoktu. Üstüme baktım tekrar. Sanki bana ait olmayan bir kaç parça elbise vardı. Ne kadar zamandır buradaydım. Burası neresiydi... Yürümeye başladım tekrar. Aynılıklar ülkesinde... Ne kadar yürüdüm bilmiyorum. Nereye gittiğimi de. Sadece yürüyordum. Şehrin sokaklarında dolaşırken tek başıma içimde kendini belli eden korkular yoktu ama burada... Bunu fark etmek adımlarımı hızlandırdı içimde güvende olmanın verdiği garip o duyguyla... Sanki bir yere varmaya az kalmışçasına. Ben yürüdükçe hiçliğe doğru, gece sanki daha da içine çekti beni. Ne biçim bir yerdi burası... İnsan ne yapardı böle bir yerde. Sahip olduklarının ne önemi olabilirdi burada... Birkaç adım ileride bir şeyin parladığını gördüm ben buradayım dermişçesine. Hızlı adımların daha da hızlandı, koşarak geldim yanına. Eşeledim biraz kumu... Ufak bir el radyosu çıktı. Kuma bulanmış. Üfledim üstünü istem dışı bir alışkanlıkla... Hemen açma düğmesini aradım. Çalıştı... Tiz bir ses yükseldi radyodan kulağımı tırmalarcasına... Biraz daha kurcaladım frekansları... En sevdiğim kanalı bulmak istercesine... Bu saatte böyle bir yerde en iyi onlar anlardı beni... Olmuyordu ama , ne yaptıysam bir şey bulamadım sese benzer... “ Allah kahretsin” dedim neden bu yerde kimsecikler yok . En sevmediğim insana bile razıydım oysa yalnız kalmaktansa...
“Bence bu kadar hırçın olma” dedi boşluktan gelen bir ses. Ürktüm. Etrafıma baktım aceleyle. “Kim var orada” dedim... oranın neresi olduğunu bile bilmeden...“Benim” dedi... Birden sesin elimde ki radyodan geldiğini anladım... Nasıl olurdu ama . Artık uyanmalıydım bu rüyadan eğer rüya ise ... Evet evet, olsa olsa bu bir rüya olmalıydı. “ Nihayet bulabildin beni” dediği an elimde ki aleti benden uzağa fırlatmayı başardım... Bir nevi kurtulmuştum sanki ... “ Aynı adamsın sen hala” dedi değişmemişsin. “Dertlerinden de böle kurtulabileceğini sanıyordun hep” ... “ Sen de kimsin” dedim yanına doğru yaklaşarak biraz gelen güvenle... “Ben kim miyim ben senin içindeki sesim” dedi... Peşinden bir kahkaha atarak. Hani eski filmlerde kötü adamların bizi eğlendiren güzel kahkahaları vardı ya... “İçimde ki sesin karşıma böyle çıkacağını hiç düşünmemiştim” dedim. “Bende seni burada bulacağımı hiç düşünmemiştim” dedi. Hala temkinli adımlarla yaklaşırken yanına, “ korkuyorsun benden değil mi” dedi... Nasıl anladın diye soracaktım ama gereksiz olduğunu düşündüm. “Sen hep korktun zaten” dedi kendinden... “Hiçbir zaman anlamadın elindekilerin değerini”... “Hep kendini geriden getirdin ileriye. Oysa çok daha iyi şeyler hak edebilirdin” dedi... “Sen benim gördüğüm en korkak adamsın” dedi... Haykırıyordu sanki... kusuyordu yüzüme tüm günahlarımı... Tüm suçlarımı bir bir söylemişti sanki tek seferde ... Bu sözler birden aklıma O’nu getirdi... Herhangi bir ayın herhangi bir zamanında yine o sokakta yine herhangi bir gece... Yaslanmıştık arabamıza... Yıldızlar vardı o gece şansımıza. Birde bize eşlik eden müzik. Kelimeler tükenmiş suskunluk olmuştu tek bildiğimiz. Kanımızdakiler bizi ele geçirmiş hafif bir uyuşukluk getirmişti... Öyle sürmesini istemiştim o an zamanın öylece akıp geçmesini istemiştim... Ta ki dönüp bana “ gideceksin yine değil mi” diye sorana kadar. İşte yine o kilit noktaya gelmiştim cevaplamam gereken sorular vardı... Sıkı bir yudum aldım sanki çok ciddi bir açıklama yapacak adamlar gibi döndüm gözlerine . “ Hayır gitmeyeceğim , sonsuza kadar kalabilirim seninle burada“ dedim... “Bu yıldızlar bu ay bu gökyüzü burada kalabildiği sürece seninle olacağım” dedim... Yüzü gülmese de gözleri gülmüştü anlamıştım.İçinde bir şeylere dokunmuştum. Ama içimden geçen şey ise bir an önce gitmekti aslında oradan. Koşarak uzaklaşmaktı oradan. Arkama bile bakmadan... Kaybolmak isterdim o sokaklarda, izimi kaybettirmek... Kaçtığım sadece kendim bile olsa, hiç orada olmamayı dilerdim. Dokunmamak, tadını almamak , içine bakmamak isterdim... Hiç yaşanmamış olarak saymak ne güzel olurdu bazı şeyleri aslında... Ama gidemedim tabi ki, korktum... Sustum. Söylediği her cümleye karşılık verdim, karşılığı her ne değilse... Anlıyordu bence yalan söylediğimi oda bir parçası olmak istiyordu belki de bu oyunun. Belki de oda yalan söylüyordu bana...
“ Daha ne kadar hatırlayacaksın bu gereksiz olayları “ dedi. “Gereksiz mi” ? “ Boş versene her zaman ki gibi yine aynı şeyi yaptın” dedi... Acımasızca... “Aslında haklısın” dedim birkaç dakika sustuktan sonra... Sakinleşmiştim... “Evet haklısın “ dedim... Dünyanın hep benim etrafımda dönmesini isterken kimseye dokunmak istemiyorum aslında... Hayat benimle başlamalı benimle sona ermeli diyebilecek kadar bir güç varken içimde hayatımı sadece dört duvar arasında geçiriyordum... Korkularımla yatıyorum her gece... Korkularımla kalkıyorum kabuslara... Eksik yaşıyorum. İçimden geçenlerin, geçip gitmelerine izin veriyorum... İzin vermek içinde dakikalarca düşünüyorum.. Evet evet koca bir budalayım ben... “ Kes” dedi... Yine aynı iç yanmalar.. Aynı laflar... Sıkışınca , gerçeklerle karşılaşınca hemen bu laflara sığınıyorsun... “İçinden geçenlermiş, benden daha iyi mi bileceksin içinden geçenleri” diye haykırdı yüzüme.... Haklıydı... Hayat bazen ufak kutularda gizliydi ve ben onları açmaya bile kıyamazdım oysa... Korkardım ve izin verirdim her seferinde aklımın bir ucunda bir soru işareti bırakmaya... Eksik hayatların en eksik olanı gibiydim, hiç yaşanmamış masallarım vardı ortak hiçbir yanım yoktu kimseyle ve ortada kimsecikler olmazdı hepsinden sonra... Dünyaya öfkem aslında kendime öfkemdi... Değiştiremediğim adama nefretim di ... Nefret etsem bile beceremezdim... Oturdum olduğum yere .... “Haklısın” dedim... “Ama elimden bir şey gelmez ki”... “ Biliyorum”dedi... Birden bir rüzgar esti... Tanrı kendini hatırlatmak istercesine... Kumdan bir tutam gözlerimle birleşti... Uyandığımda saat öğleden sonraya yaklaşıyordu... Şehir çoktan yeni güne başlamıştı... Yanı başımda bir kitap , ve telefonumu gördüm. 1 mesaj vardı... “Ne değişirdi ki aynı sen aynı ben olduğumuz sürece” ....Anlamıştım dünyanın benim tersime doğru döndüğünü... Farklı bir zaman farklı bir yerde buluşsa da içimizdeki yaralar , kapatıldı hepsi çoktan tamir edildi... Gitmesi gereken çoktan yolunu almıştı, kalması gereken ise daha yeni uyanmıştı...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
hepimizin içindeki ikilik bu belki de..konular farklı,zamanlar farklı..ama hep ortaya çıkan bu aynı karmaşa.aynı,güzel karmaşa..
günaydın:)
farkına varışın yazısı değil bu sanki ama anlayabilmek adına güzel..
Yorum Gönder